“No Rain”

Shannon Hoon, Dayton'dan ayrılmazsa ya hapse düşeceğini ya da uyuşturucudan öleceğini düşünüyordu. Bir Rock yıldızı olmak için Los Angeles'e gitti. Blind Melon ile hayallerine kavuştu. 1995'de bir konser sonrası tur otobüsünde uyuşturucudan öldü, henüz 28 yaşındaydı.

Ben liseye giderken yabancı müzik kasetleri alabileceğim sadece birkaç yer vardı. Aksaray’daki Cabir, Megavizyon-D&R öncesi dönemin elektronik alet edevat ve müzik mağazasıydı; Kadıköy’deki Akmar ki bana çok uzaktı, minimum parayla maksimum albüme sahip olmaya çalışırken karşıya geçmek için ekstra masraf yapamazdım; Bakırköy Özgürlük Meydanı, hemen istasyonun yanında yan yana dizilmiş kasetçiler vardı, çekme kaset satarlardı ama ses kalitesi çok iyiydi, piyasada olmayan sürüyle albüme sahiptiler, ben şahsen GN’R’ın ünlü olmadan önce kaydettikleri demoyu oradan almıştım; bir de, tabii ki Unkapanı’ndaki kasetçiler çarşısı

Doksanlardaydık, öyle Spotify, Deezer ya da Itunes yoktu, Napster’in icadına yıllar vardı, Ipod düşünülmemişti bile keza mp3ler de öyle. Tüm dünya CDlerin icadıyla dijitale geçmişti ama biz burada müziği hala analog dinliyorduk. İstanbul’un metroya “hızlı tramvay” denilen dönemleriydi ve sadece Esenler-Aksaray arası işliyordu. Günler hızlı, hayatsa yavaş akıyordu. Haftalığımı kantinde patso almaya harcayacağıma biriktirip yeni bir albüm alıyordum. Her cuma okul çıkışı Cabir’e uğrardım. Sıkış tepiş bir minibüsle ya da meşhur 336b ile Güngören Bağcılar arasında durup kalkmaktansa geniş bir daire çizerek Aksaray’a oradan da “Hızlı Tramvay”la Esenler’e geçerdim, bu güzergah şaşırtıcı derecede daha hızlı ve daha rahattı.

Aslında aklımda Blind Melon yoktu, Pablo Honey alma niyetindeydim, “Creep” çok hoşuma gidiyordu ve o aralar herkesin dilindeydi. Okul çıkışı her Cuma yaptığım gibi Cabir’e uğradım, uzun tezgahlarının sonunda yabancı müzik kasetleri satıyorlardı. Yeni ya da çok satan albümleri tezgahın üzerindeki iki kasetlikte sergiliyorlardı, rahatça gidip tek tek kasetleri inceleyebiliyor, içindeki kitapçığa bakabiliyordunuz. İstediğim albümü çok nadiren bulanmazdım, genelde yeni tüm Rock albümlerini satarlardı. Orada çalışan benim gibi Esenler’de oturan sakallı bir arkadaş vardı, müzik zevkimiz çok uyuyordu, tavsiyeleri hiç yanıltmamıştı. Kasetlikte sergilenen albümleri kendi müzik zevkine göre seçtiğinden aradığımı hep bulurdum ama bu sefer istediğim orada yoktu. Hatırlıyorum da Radiohead için “tek şarkılık grup” yorumunu yapmıştı. Creep’i o da beğenmişti ama albümün geri kalanı, ona göre, çöptü.

Pablo Honey orada olmayınca mecburen Unkapanı’na inmek zorunda kaldım. Her Cuma o ikilemi yaşardım, Cabir’e uğramadan direkt Kasetçiler çarşısına gitme ikilemini. Kasetçiler çarşısında aradığınız her albümü bulurdunuz, adı üzerine kasetçiler çarşısı, üreticiler oradaydı. Tek sıkıntı albümün hangi şirketten çıktığını bilmemekti çünkü Unkapanı’nda her dükkan sadece kendi bastığı kasetleri satmaktaydı ve eğer kimin bastığını bilmiyorsanız tüm çarşıyı tek tek dolaşmanız gerekiyordu ki bu imkansızdı. Bu nedenle Unkapanı’nda aradığınız kaseti bulmak çok da kolay değildi. Çoğu kez aradığımı bulamadan dönmüştüm bu nedenle önce Cabir’e uğrardım ama her seferinde içimi bir kurt da yemiyor değildi. Çünkü Aksaray’da indikten sonra yeniden otobüse binecek para kalmıyordu ve mecburen Unkapanı’na kadar yürümem gerekiyordu.

Gide gele, çarşıda araya sora yabancı müzik kasetleri basan belli başlı dükkanları gözümü kestirmiştim. Ne zaman Unkapanı’na inmek zorunda kalsam oralara uğrardım. Hep aynı üç dükkana giderdim, ikisi hemen girişte daha çarşının kapısından girmeden dışarıda yan yanaydı, bunlardan bir tanesi Geffen’den çıkanları diğeri ise Atlantic’den çıkanları satıyordu; üçüncüsüyse çarşının içindeydi, çok da harala güreleye karışmayacağınız mesafede. Çoğunlukla EMI satan küçücük bir dükkandı, ona çok fazla uğramak zorunda kalmazdım çünkü dışarıdaki ikisi saydığım şirketlerin dışında bir sürü farklı labelin de albümlerini basıyordu.

O gün şansım yaver gitmişti, daha ilk dükkanda Pablo Honey’i bulmuştum. Nefes nefese Radiohead’in albümünü sorduğumda çalışan genç gülümseyerek “var” demiş ve dükkanın diğer tarafına doğru kaseti almaya gitmişti. Unkapanı’ndaki dükkanlar genelde toptan satış yapmaktaydı bu nedenle kasetlere bakabileceğiniz vitrinler ya da Cabir’deki gibi düzenlemeler yoktu, albümler koliler halinde dizilmişti, ancak afişlerden nelerin satıldığı hakkında bilgi sahibi olabiliyordunuz, çok nadiren de tezgahı üzerinde yeni basılmış birkaç kaset kaldığı olurdu. O gün de bu nadir günlerden biriydi.

Çalışan genç dükkanın öteki tarafından Pablo Honey’i almaya gittiğinde ben de yerleşmiş bir alışkanlıkla çevreme ne var ne yok diye bakınmaya başladım, afişleri inceledim derken kapının yanında üst üste dizilmiş kolilerden açık olan birinde Blind Melon’u gördüm. Radiohead’in yerine onu almaya karar vermem çok uzun sürmedi. Creep çok hoşuma gidiyordu ama “No Rain” çok farklı bir şarkıydı.

Oldum olası rockdaki o country-blues tarzına hasta olmuştum. Guns n’ Roses’de de Izzy’nin parçalarına bayılıyordum, o aynı tarzda şarkılar besteliyordu. Shannon Hoon’u da zaten Use Your Illusion’dan tanıyordum GN’R’ın double albümünde back vokal yapmıştı. “Don’t Cry”ın videosunda da oynamıştı,  Axl’la birlikte çatıdaki sahnede ağbi kardeş gibi görünüyorlardı. Zaten aynı yerden gelmeydiler ikisi de Lafayette doğumluydu hatta ablası Axl’in okul arkadaşıydı. Bir rivayete göre Shannon Los Angles’e gittiğinde Axl’i arayıp kardeşine sahip çıkmasını istemişti. Gerçekten böyle bir telefon konuşması olduğundan emin olmasak da Axl ile Shannon’ın yolları bir şekilde LA’de kesişmiş ve ortak bir geçmişlerinin de olduğunu göz önüne alırsak Axl’in ona el verdiğini kabul edebiliriz. Gerçek olan Shannon Hoon’un Use Your Illusion kayıtlarının yapıldığı stüdyo’ya davet edildiğidir.

Shannon doğduktan kısa bir süre sonra aile Lafayette’ten çok da uzak olmayan Dayton’a taşınmış. Shannon burada büyüdü ve on sekizine girdiğinde, şehirde kalırsa ya hapse düşeceğini ya da uyuşturucudan öleceğini söyleyerek Los Angles yolunu tuttu. Burada kısa sürede müzik çevresinin arasına karıştı. Bir partide kendi yazdığı “change” şarkısını çalarak ileride Blind Melon’u oluşturacak grup elemanlarıyla da tanışmış oldu. 1990’da dört şarkılık bir demo hazırlayarak Capitol Records’un kapısını çaldılar. Adamlar demodan o kadar etkilendiler ki hemen beş yüz bin dolarlık bir kontrat teklif ettiler. Böylece Shannon evinden ayrıldıktan sadece beş yıl sonra hayallerine kavuşmuş oldu.

Blind Melon’ın kendi adını taşıyan debut albümü 1992’de çıktı. Prodüktörlüğünü daha önce Temple of the Dog, Ten ve Dirt gibi Grunge albümlerinde çalışmış olan o yılların sounduna imzasını atan Rick Parashar’dı. Albüm çıktıktan sonra Blind Melon başta Guns n’ Roses olmak üzere bir çok grupla konserlerde sahneyi paylaştı.

Albüm, özelikle “No Rain”in videosu 1993’de yayınlandıktan sonra platin plak kazanacak kadar çok satmaya başladı. Bundan sonraki iki yıl boyunca grup vaktini yollarda, konserden konsere turnede geçirdi. Shannon Hoon sahne performansıyla herkese rock dünyasını yeni asi çocuğu olduğunu gösteriyor, sürekli vukuat çıkartıyordu. Hatta Kanada’daki bir konser sırasında sahnede çırılçıplak soyunup seyircilerin üzerine işemekten hapse bile girdi.

Ne yazık ki Shannon Hoon’un çabuk kazanılan başarıları kalıcı olmadı. Gittikçe daha fazla uyuşturucu kullanıyordu ki ’95 de kızı doğmadan önce tamamen temizlenmek istediğinden rehabilitasyona bile yattı. Ancak tam tedavi olamadan yeni albümleri Soup’un tanıtım turuna çıkması gerekiyordu, bu da işleri ne grup ne de kendi için kolaylaştırmadı. Houston’da hayal kırıklığı yaratan bir performanstan sonra tur otobüsüne çekilip yeniden uyuşturucu alan Shannon Hoon sabahı çıkaramadı, öldüğünde 28 yaşındaydı.

Kasetçideki genç elinde Pablo Honey ile geri döndüğünde ona fikrimi değiştirdiğimi söyledim, Blind Melon’u alacaktım, bu onun pek hoşuna gitmedi. Herhalde o Cabir’deki sakallı arkadaşın aksine Radiohead’e baya bir güveniyordu ya da sadece birkaç adım fazladan attığı için yüzünü ekşitmişti.

Dükkandan çıkar çıkma kaseti walkman’ime taktım. Albüm çok keyifliydi, Aksaray’a kadar tüm o yolu geri yürümemi kolaylaştırmıştı. “No Rain”in dışında fark yaratan bir parça yoktu, onun dışında çok beğendiğim bir tek “Change” vardı, Shannon’un yazdığı ilk şarkı. Ne yalan söyleyeyim, “No Rain”i bir karışık kasete kaydettikten sonra albümü bir daha dinlemedim ama Radiohead yerine onu tercih ettiğime de hiç pişman olmadım.